Haziran ayında ilk sayısı okurlarıyla buluşan Atlas Tarih, Erzurum’daki petrol gerçeğini işledi. Eski adı Pülk olan Balıklı Köyü’ndeki petrol kuyularından bahsedilen ve Cumhuriyet Caddesi üzerindeki Caferiye Camii’nin kitabesine atıfta bulunarak ele alınan haberde, isminin sadece baş harflerinden emin olunan bir topçu binbaşının kaleme aldığı şikayet dolu bir mektuba ve ayrıca söz konusu petrol kuyularının haritasına yer verildi. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde muhafaza edilen harita ve el yazması mektubu da gün yüzüne çıkararak ilk kez yayımlayan Atlas Tarih, Erzurum’da görevli bir binbaşının petrol feryadını, Behice Tezçakar’ın kaleminden “Erzurum’da Petrol Var” başlığıyla okurlarına duyurdu. Binbaşı M.A.’nın kaleme aldığı mektubun tercüme edilerek aktarıldığı haberde, Erzurum’daki petrol kuyularının, Rus gaz tüccarlarından rüşvet alan bazı memurlarca işlenemez hale getirdikleri iddiasına yer verilirken, dönemin Erzurum’unda yaşanan yokluk ve sefalete de dikkat çekildi.
İşte Atlas Tarih’in Erzurum’daki petrol kuyularıyla ilgili olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden de faydalanarak yaptığı araştırma haberden ayrıntılar:
//İDEALİST BİR BİNBAŞININ FERYADI
“İmparatorluğun son yıllarında Erzurum, batı insanının faydalanmaya başladığı, günlük hayatı kolaylaştıran pek çok buluş ve gelişmeden mahrum kalmış bir yerdi. İmparatorluğun iklimi hayli sert olan bu bölgesinde halkı yaşadıkları ağır ekonomik ve psikolojik kartlardan kurtarmak için çıkış yolu arayanlar vardı. Bunlardan biri de yalnızca mesleğinden ve isminin baş harflerinden haberdar olduğumuz topçu binbaşı M.A.'dır. Erzurum'da 1910 yılında görev yapan bu topçu binbaşı adını gizleyerek Dahiliye Nezareti'ne, yani bugünkü İçişleri Bakanlığı'na gönderilmek üzere uzun bir 'mektup’ yazar. Dönemin Erzurum Kaza Reisi, mektubun Dahiliye Nezareti'ne gönderilmesini sağlar. Binbaşının, Erzurum Pülk petrolüne dikkat çekmek ve petrol madenini kullanılır hale getirmek maksadıyla böyle bir girişimde bulunduğu anlaşılıyor. Binbaşı, aynı mektupta farkında olarak ya da olmayarak; medeniyet, rüşvet, devlet gibi pek çok konuya da değiniyor.
//‘OSMANLI’NIN SİBİRYASI ERZURUM’
Mektupta dönemin Erzurum'u, Osmanlı İmparatorluğu'nun Sibirya'sı olarak nitelendiriliyor. Binbaşının anlattıklarına göre, “Bu vilayet yılda yalnızca üç ay ısınır. Sefaletin sebebi bölgede hüküm süren sert kara iklimi ve yakacak sıkıntısıdır. Erzurum etrafındaki ahali ahırlarda yaşamaktadır, insanlar öküzleri, inekleri, mandaları ve çoluk çocuğuyla beraber aynı damın altında uyumaktadır. Bir tarafta öküz bağlıdır, diğer tarafta da karı koca yatar. Ne altlarında yatakları, ne üstlerinde yorganları vardır. Ne odun ne de kömürleri bulunur. Yakıp ısıtacak hiçbir şey yoktur.”
Binbaşı mektubunda şöyle yakınıyor: Kışın sıfırın altında 28 derece soğukta bir damın altında öküzler yanı başınızda yatarken ne yakacak odun ve ne de kömür var, şu halde ne yaparsınız?" Binbaşı halkın durumu hakkında geniş açıklamalar yapar ve akla gelebilecek bazı soruların cevabını baştan verir. “Erzurum ahalisi yakacak olarak niçin odun kullanmıyor diye soracak birileri elbette çıkacaktır. Bunun cevabı ise gayet nettir. Erzurum civarında ormanlar pek az olduğu için odun gayet pahalıdır. Fukara ahali odun satın alamaz. Evvelden ellerinde odunu rahatça bulabilecekleri Soğanlı Dağı vardır, o da 93 Muharebesi diye bilinen 1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rusların elinde kalmıştır. Şimdi halk tezek yakarak ancak ölmeyecek derecede ısınabilmektedir. Bu tezek dahi para iledir. 40 kıyyesi (yani 1.282 kilogramı) 12 kuruştur.”
//BİZİ PETROL KURTARACAK!
Binbaşı Erzurum ahalisinin fakirliğine çare bulmanın hükümetin görevi olduğunu ve bunun çok kolay bir yolunun bulunduğunu düşünmektedir. Mektubunda, fakirliğe son verecek bu “kolay yolu” da anlatır. Erzurum'a dört saat mesafede bulunan gayet zengin olduğuna kanaat getirdiği Pülk köyündeki madenin hükümet tarafından işlettirilmesi gerektiğini vurgular. Zira işçi ücreti gayet ucuzdur. İlk yapılacak iş Erzurum'dan madenin olduğu bölgeye kadar şose yol ve madenin yakınlarına işçilerin barınacağı bir koğuş yaptırmaktır. Gerekli olan malzemeler tedarik edilip, kuyuların nasıl kazılacağım gösterecek bir mühendis bulunup bölgeye gönderilmelidir. Tüm bunlar ona göre pek masraflı işler değildir. İlkönce maden, yatağından çıkarılmalıdır. Sonraki iş ondan nasıl istifade edilmesi gerektiğinin halka anlatılması ve ucuz fiyatlarla ihtiyaç sahiplerine satılmasıdır. Bu işi yapacak kurum ise hükümettir. Maden, hem hükümeti hem halkı ihya edecektir. Bu madenin imtiyazı kimseye verilmemelidir. Birkaç güvenilir "namuslu" memur tarafından hükümet için kullanılmalı, gizlice faaliyete başlanmalıdır.
//BİÇARE MİLLETE İMDAT…
Binbaşı, Pülk petrol madenini yok etmek, kaynağı kurutmak, köreltmek isteyenler olduğuna da inanmaktadır ve mektubunda bu kişileri tespit ettiğini de ifade etmektedir. İddiasına göre, petrol madenine civa dökerek işlemez hale getirmek isteyen Batumlu Rus gaz tüccarları, Osmanlı memurlarına 2000 lira kadar rüşvet vermiştir. İlgili makamdaki görevli memur 2000 lira almış ve maden bu şekilde kullanılmaz hale getirilmiştir. Bu bilginin kayıtlara geçmesini isteyen ve olayın gerçek olduğunu ısrarla belirten topçu Binbaşı, Erzurum Valiliği'ne konuyla ilgili soruşturma başlatılmasını şöyle tavsiye eder:
"Beyefendi seri'an oradaki valiye emir buyurunuz, bu petrol menbaı hakkında gizli tahkikat yapılsın!
Binbaşının yaşadığı dönemde Osmanlı toprakları genelinde teneke gaz 15 kuruşa, kıyyesi 60 paraya satılmaktaydı. Küçük bir matematik hesabında sonra Binbaşı, "altınların" defnedildiği yeri bulmuştu. Binbaşıya göre; "Hemen işe başlanmalıdır, zira siyah altın deryası olan bu iki petrol kuyusu bölgeyi ihya edecektir.”
Binbaşının petrol bir kurtarıcı unsur olarak gördüğü oldukça açık. Nafia Nezareti yani bugünkü Bayındırlık Bakanlığı ile ilgili görüşü ise şöyle: Ama siz diyeceksiniz ki, bu gibi madenlere Nafia Dairesi ne karışır. Nafia Dairesi, milletin, vatanın selamet ve saadetini hakkıyla düşünse idi, şimdiye kadar uyumaması lazımdı. İhtimal ki Ruslardan şu 2000 lirayı çeken ondaki Nafia memurlarıdır. Şu hayırlı işe bir teşebbüs edilsin, biçare millete imdat!
Binbaşıya kalırsa vatanın selametini düşünmeyen vatan için çalışmayıp rüşvet alarak kendi cebini dolduran, sorunları çözmek yerine dış düşmanla işbirliği yapan devlet memurları halkın saadetini engellemektedir. Ona göre Erzurum’un tehdit unsuru "Ruslar", kurtarıcı unsuru petrol, petrolü Erzurum halkının ve memleketin lehine kullanılır hale getirebilecekken düşmanla işbirliği yapan "rüşvet yiyen devlet görevlileri her bakımdan zavallı ve aciz olan ise, halktır"
Tüm bunlar binbaşının zihin dünyasını yansıtıyor.
//PEKİ, BU MEKTUPTAN SONRA ERZURUM KURTULDU MU?
İdealist binbaşının petrol aşkı imparatorluk çapındadır; "Osmanlı'nın en önemli ihtiyacı petroldür. Bağdat, Musul, Adana ve Erzurum'da çok zengin petrol yatakları bulunmaktadır" diye yazar. Pülk'teki madenin zenginliğini ise. Binbaşı şöyle ifade eder: "Kim ne derse desin, emin olunuz gayet güzeldir efendim…”
Somut hiçbir veriye dayanmayarak, bu sözlerle madenin zenginliğine yetkilileri ikna etmeye çalışır. Binbaşının gözünde Devleti Âli her şeye gücü yeten mutlak güçtür. Halk ise bu mutlak gücün koruma ve yönlendirmesi olmaksızın medeniyete, refaha kavuşamayacak, kendi kaderini yazma iktidarına sahip olamayan sıradan insanlar.
Dünyada olup bitenlerden, petrolün her geçen gün artan değerinden ve öneminden az çok haberdar bir asker olan binbaşı, vatanında gözlemlediği sefalete son vermenin yolunun petrolden geçtiğini düşünmektedir. Petrol en yakın çözümdür. Pülk petrol madeni ile gelecek muhtemel zenginliği Erzurum ahalisi ve devleti için kurtuluş kapısı olarak algılamaktadır. Peş peşe gelen Rus işgalleri, iç isyanlar, zorlu doğa şartları ve ekonomik koşulların elverişsizliği binbaşıdan gelen tepki, endişe ve çözüm bulmaya yönelik girişimci ruhu anlaşılır kılıyor.
Binbaşının şikâyet dolu mektubunun ardından soruşturma yapan nezarete, Nafia Dairesi'nden gönderilen cevapta durumun binbaşının anlattığı gibi olmadığı savunulur.
Nafia Dairesi'ne göre, rüşvet alınmamış, "zaten civa ile petrolün işlemez hale getirildiği de duyulmuş şey değildir.
Erzurum'un sefaleti binbaşının mektubunun ardından geçen üç yıl içinde daha da artar. Nüfus savaş öncesine oranla onda bire düşer. Devam eden Rus işgalleri halkın dağılıp, yörenin yakılıp yıkılmasına neden olur. Türklerin Ermenileri, Ermenilerin Türkleri kovalaması, düşmana geride hiçbir şey bırakmama mantığı içinde ekin ve hayvanların yok edilmesine sebep olacaktır. Hastalıklar salgın halinde yaygınlaşacak, yumurta ve kara ekmekten başka yenecek bir şey bulunamayacaktır. Çay bile çay bardağının bulunamayışından şişe dipleriyle içilecektir.
//MTA’NIN GÖRÜŞÜ
Öte yandan Binbaşı M.A.’nın yazdığı mektuptan herhangi bir sonuç alınamadığı anlaşılırken, dosya haberde, Maden Tetkik Arama (MTA) tarafından bölgede yapılan bilimsel bir araştırmanın sonuçlarına da yer veriliyor. Cevat Taşman tarafından 1950 yılında yapılan “Türkiye’de Bitümlü Tezahürlerin Stratigrafik Yayımı” konulu bir araştırmasının yayımlandığı MTA Dergisi’nde, söz konusu bölgede yapılan çalışmalarla ilgili olarak şu bilgiler aktarılıyor: “Tercan kazasının 30 kilometre batısında bulunan Pülk köyü civarında öteden beri bilinen bir petrol tezahürü bulunuyor. Gösteri köyün kuzeyinde açılmış olan iki kuyuda... Kuyudaki su yüzeyi petrol renkleriyle kaplı olduğu gibi, kuyunun duvarları da, kuvvetli petrol kokusu veriyor.”
//CAFERİYE ACİMİSİ KİTABESİ
Bu arada Cumhuriyet Caddesi’ndeki Caferiye Camii’nin kitabesinde, mescidin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla birçok tarım arazisi, ev ve dükkanın Cafer Efendi tarafından bağışlandığı bilgisine yer verilirken, eski adı Pülk olan Balıklı Köyü’ndeki bir petrol kuyusunu da, yine cami için vakfedildiği aktarılıyor. Caminin kadınlara ait bölümünde bulunan yarım ay şeklindeki kitabede, eski adı Pülk, şimdiki adı Balıklı olan Erzincan’ın Çayırlı ilçesine bağlı köyde, petrol rezervi bulunduğuna işaret edilirken, bani Cafer Efendi’nin, söz konusu petrol kuyusunu ise, caminin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla vakfettiği bilgisine yer veriliyor.
CAMİ’NİN KİTABESİNDE AKTARILAN BİLGİLER…
“Cami-i mezburun kıblesinde bina eyledüğüm ricale mahsus hamamı ve Tebriz kapusunun karşısında olan debbağhane ile mumhane ve Gürcü kapusundan taşra kaleden çıkan su ile suvarılan çukur çevirme bostan ve Erzincan kapusundan taşra handek kenarı ile aşağıya giden yola muttasıl çevirme bostan ve camiyi mezburun hareminin şimalen dıvarına, muttasıl üç kıta bakkal dükkanı ve kuyumcular çarşısında üç dükkan kuşeleri ve Erzurum nahiyesi kariyerlerinden Mülk nam kariyede malikanem olan nısıf çiftliği ve nahiye-i Tercan'da mülk Name-i hümayun ile temlikim olan Pürf nam karyenin mahsulü ve rüsümatını ve sınırında malim ile hafr ve ihraç eylediğim naft kuyumuz ve mümkün olursa memlihasını ve Micingirt sancağında hali ve harabe kariyelerinden ihya eylediğimiz Zanzak ve alakilise naman kariyerlerin senede şartı üzre yüz İstanbuli gilal miraye verildikten sonra iki kariyeden hasıl olan mahsülat.”