Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Ayrımcılık ve nefret suçuna ilişkin Türk Ceza Kanunu’nda yeni bir düzenleme yapacağız” dedi.
Bakan Gül, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun (TİHEK) düzenlediği ‘Nefret Söylemi ve Nefret Suçları’ konulu sempozyuma katıldı. Sempozyumda konuşan Gül, bazı Batı ülkelerindeki İslam, göçmen ve yabancı karşıtlığının nefret söylemi olarak ortaya çıktığını vurguladı. Ötekileştiren ve vatandaş ayrımı yapan devletin hukuk devleti olamayacağını belirten Bakan Gül, “Küresel adalet giderek daha da zarar görmekte, insanların ortak değerleri korunmaya her zamankinden daha da muhtaç hale gelmektedir. Örneğin birçok Batı ülkesinde İslam karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı nefret söylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabii özellikle uluslararası medya kuruluşlarında, siyasetçilerde bu dil adeta sıradanlaşmış ve günlük bir dile yansımıştır. Esas itibarıyla da küresel bir adalete ivedi bir şekilde insanlığın ne kadar ihtiyaç duyduğu hepimizin ortak tespitidir. Vicdan ve adalet bir yerden çekilmişse zaten oraya zulüm, ayrımcılık ve nefret yerleşir. Biz bunu ülkemizde de geçmiş zamanlarda yaşadık. Bir insanın kılık kıyafetinden, düşüncesinden, yaşam tarzından, inancından dolayı eğitim ve çalışma hayatına yönelik nasıl ayrımcılığa tabi tutulduğu kötü örnekleriyle hafızamızda tazedir. Kimliklerine ve kültürlerine yönelik ret, inkar ve asimilasyon politikalarının da insanımızın onurunu nasıl rencide ettiğini hepimiz yaşadık. Ötekileştiren, ayıran, makbul vatandaş ayrımı yapan devlet hukuk devleti olamaz. Hukuk devleti herkesin devletidir. Hukukun üstün olduğu, farklılıkların zenginlik olduğu bir devlettir. Bu hukuk devletinde şablon insan yoktur. Her insan eşittir ve biriciktir. İşte bu anlayışla Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ortaya koyduğumuz vizyonda bu eski Türkiye anlayışında kalması ve artık bu konudaki ayrımcılıkların ve nefret yaklaşımlarının tamamıyla ortadan kalkmasına yönelik çoğulculuğu hakim kılma, hukukun tam anlamıyla üstün kılınmasına yönelik reformlarımızı adım adım uyguladık, uygulamaya devam ediyoruz. Nefret söylemi insan onuruna yapılmış bir saldırıdır. Nefret söylemi daha ciddi ve telafisi zor diğer suçların ve diğer sıkıntıların da ayrıca bir ön sebebidir. Ayak sesidir. Hangi görüşten, inançtan, yaşam tarzından olursa olsun insanımızı haklarıyla yaşatmak devletin en temel görevidir, vazifesidir. Devlet ancak vatandaşlarına karşı eşit ve tarafsız davranarak adaleti ayakta tutabilir. İşte bu konuda daha adil bir dünya mümkün çağrısı da Cumhurbaşkanımızın küresel adaletsizliklere karşı söylenmiş çok önemli bir çağrısıdır” ifadelerini kullandı.
“BİRÇOK ÜLKEDE MÜSLÜMANLAR SIRF KİMLİKLERİNDEN, YAŞAM TARZLARINDAN DOLAYI ZULME VE NEFRET SÖYLEMLERİNE MARUZ KALMAKTA”
Bazı Avrupa ülkelerindeki camilere, mezarlıklara ve Müslümanların yaşamlarına yönelik saldırılara Avrupa hukuk sisteminin sessiz kaldığını hatırlatan Bakan Gül, “Günümüzde özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanlara karşı başta yapılmak üzere bir nefret söylemi kurumsal bir hale gelmiştir adeta. Burada artış gözlemlenmektedir. Birçok ülkede Müslümanlar sırf kimliklerinden, yaşam tarzlarından dolayı zulme ve nefret söylemlerine maruz kalmaktadır. Peygamber Efendimizin karikatürlerin yayınlanması, kutsal kitabımızın yakılması, İslam’ı aşağılayan filmlerin çekilmesi, camilerin, minarelerin yasaklanması, bazı Avrupa ülkelerinin Müslüman kadınlarının giyim kuşamlarına yönelik kısıtlamalar, cami ve Müslüman mezarlıklarına yönelik saldırılar, baskılar son süreçlerde yaşadığımız örneklerdir. Üstelik bu eylemlere karşı hukuk sistemi ya sessiz kalmış ya da gereken bu konudaki atılımı, gayreti göstermemiştir. Birçok meselenin de az önce de ifade edildi, özellikle İslam, Türk ve yabancı düşmanlığına karşı birçok vakanın da rapor edilmediği, kayıtlara girmediği de çok açık bir şekilde bilinen bir gerçektir. Bunun da Batı tarafından özellikle örtülmeye çalıştığı çok açık bir realitedir. Hangi dinin mensubuna yapılırsa yapılsın bu nefret suçudur. Hristiyan, Yahudilere de yapılan her türlü saldırıyı biz nefret suçu olarak tanımlarız. Bunun da sonuna kadar mücadelesini ederiz. İnsanlar neye inanmak isterlerse, ne şekilde yaşamak isterlerse hukuk devletinin görevi bu konuda her türlü desteği sağlamak, engelleri kaldırmaktır. Bu inanca karşı yönelen her türlü saldırıyla da etkin bir şekilde mücadele etmektir” diye konuştu.
Mültecilerin sorunlarına karşı Türkiye’nin her zaman sorumluluk aldığını söyleyen Gül, “Göçmenlere yönelik nefret söylemi de asla kabul edilemez. Vatanlarından zorla göç ettirilmiş, gidecek yeri olmayan insanların daha kırılgan, daha hassas olduğunu hepimizin hatırımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Maalesef bu nefret suçlarının bazı yerlerde devletler eliyle de işlendiğini de üzülerek görmekteyiz. Mültecilerin denizin ortasında ölüme terk edildiği, Akdeniz’in, Ege’nin soğuk sularına cansız bedenlerini verdiği görüntüler hepimizin, bütün insanlığın adeta imtihanıdır. Hepimiz için çok büyük bir sorumluluktur. Bu süreci görmek hepimizi, tüm insanlığı üzmektedir. Bu dramlara karşı sessiz kalamayız. Türkiye işte bu haksızlığa karşı da yine insanlık değerlerinin yanında kalmıştır, kalmaya da devam edecektir” dedi.
İnsan Hakları Eylem Planı’nda nefret söylemiyle mücadelenin ayrı bir hedef olarak belirlendiğini hatırlatan Bakan Gül, “Dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri nedenlerle yapılan nefret söylemi ve ayrımcılıkla etkili bir şekilde mücadele edeceğiz. Hiç kimse ben şurada doğdum, benim etnik aidiyetim şudur, memleketim budur, düşüncem budur o yüzden bana şu şekilde muamele ediliyor şeklinde bir düşünceye kapılmamalıdır. Hukuk devletinde çünkü herkes kendini güvende hissetmelidir. Ben şu işe girmedim, çünkü benim şu şekilde kıyafetim var, şu şekilde inanıyorum diye biran aklından bile geçirmemelidir. Bırakın böyle bir uygulamaya izin vermeyi, böyle bir düşünce bile akla gelmemelidir. İşte bu konuda getirdiğimiz tüm reformları kesintisiz bir şekilde sürdürmenin ve hukuki anlamda bu hakların teminat altına alınmasının ülkemiz için de çok önemli bir gereklilik olduğunu düşünüyoruz. Bu suçlarla etkin mücadele etmek amacıyla soruşturma kılavuzlarının oluşturulması bir hedef olarak karşımızdadır. Yabancı Türk düşmanlığına yönelik nefret söylemi suçu teşkil eden ulusal, uluslararası düzeyde gelişmelerin periyodik raporlar olarak hazırlanması hedeflenmektedir. TİYEK bu konuda çok önemli çalışmalar yapmaktadır, yapacaktır. Önümüze ışık tutacak raporları hep birlikte göreceğiz” şeklinde konuştu.
Ayrımcılık ve nefret suçuna ilişkin Türk Ceza Kanunu’nda yeni bir düzenleme yapacaklarını belirten Gül, bu toplantıların da eylem planındaki hedefin içeriğini doldurma açısından çok önemli olduğunu söyledi. Türkiye coğrafyasının nefretin değil hoşgörünün adresi olduğunu ifade eden Bakan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:“Nefret söylemi insanlığa yönelen en büyük tehditlerdir. Tahammülsüzlüğün dışavurumudur. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biri ve çoğulculuğun ortak zeminidir. Nefret söylemi ve nefret suçları ise demokrasiler için, bir arada yaşama birlikteliğimiz için bir tuzak ve ayrışmanın en önemli göstergelerinden biridir. Bu sebeple temel hak ve özgürlüklerimizi kullanırken bu sınıra dikkat edilmesi de ayrı bir önem araz etmektedir. Çünkü bu kadim coğrafya, bu bereketli coğrafya asla ama asla nefretin ve ayrımcılığın değil, her zaman sevginin, hoş görünün, bir arada farklılıklarla birlikte yaşamanın adresi, merkezi olmuştur.”
Sempozyumda konuşan TİHEK Başkanı Muharrem Kılıç ise, “Nefret söylemi ve sonrasında bunun bir eyleme, bir suça dönüşmesi meselesi sadece ulusal ölçekle değil, küresel bir insan hakları sorunu, etik ve sosyo-politik bağlamda bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bunun temel felsefi arka planına baktığımız zaman bir ötekileştirme, ben ve öteki arasındaki bir ayrım fikrine dönüşüyor” dedi.